Yıllar boyunca yapılan çalışmalar ile devamlı yalnızlıkların sağlık üzerindeki olumsuz etkileri araştırıldı. 2010 yılında yayınlanan bir makale, yalnızlığın erken ölüm riski üzerindeki etkisinin sigara ve alkol tüketimi ile karşılaştırılabilir olduğunu tespit etmiştir.
Obezite kadar tehlikeli
148 çalışmada 300.000’den fazla konuda yapılan araştırmalara göre daha büyük bir sosyal çevrenin, erken ölüm riskini yüzde 50 oranında azaltıyor. Yapılan son bir araştırma ise Kuzey Amerika, Avustralya, Asya ve Avrupa’dan 3.4 milyondan fazla kişiyi içeren 70 çalışmadan oluşuyordu. Bu çalışmada yalnız başına yaşayan sosyal izolasyon içerisindeki insanların yaşam kalitesinin mortaliteye (ölüm hızı) olan etkisi üzerinde durdu. Ekip, bu faktörün obezite gibi bilinen diğer risk faktörlerine eşit, hatta daha fazla erken ölüm riskini önemli derece yükselttiğini saptadı.
Aslında bugün dünyanın birçok ülkesinde “yalnızlık salgını” olduğu gözlemleniyor. Evlilik oranlarındaki düşüş, ayrılık oranlarındaki artış, sosyal çevreden kopukluk bu salgının ana kaynakları arasında bulunuyor.
Araştırmacılar, kişileri emeklilik gibi sosyal hayattan kopmaya neden olan durumlara hazırlayan topluluk merkezlerinin yapılmasının ve sosyal paylaşımların yapılabileceği sosyal alanların sayısının artmasının yaşam kalitesinde artışı sağlayacağı ve daha uzun bir yaşamın anahtarı olduğunu belirtiyor.
:: Yalnızlığın ölüm riskini artırması hakkında ne düşünüyorsunuz?
o zaman ilk ben ölecem ….. 🙂 🙂 🙂
Geçen gün yalnızlıktan ölüyorum zannettim.:)
Yanlizlik kadar bence huzur verici baska birsey yok.
Yalnizlik kotu birsey. 3 yildir yalniz olan biri olarak soyluyorum. Emeklilik diye bir seyi kapitalist sistem icat etmistir. Emeklilikte yalniz kalmayin, emekli olunca rahat edeceksiniz,… vb. Arkadas emekli olunca isvicre kanunlarina gore 60+ yasin uzerinde olmus olacagim. O zaman da rahat etmek ne kelime, yasliligin getirdigi hastaliklar, sorunlar, problemler, arkadaslarin olmesiyle dogan piskolokjik etkiler, bozukluklar ile ugrasacagim. Neresinde bunun rahatlik ben anlamadim. Ama yalniz kalmayin arkadaslar. Bir kiz/erkek arkadasiniz olsun. Beraber zaman gecirin. Arkadaslarinizla bol bol zaman gecirin. Kiz/erkek arkadas sizi terkeder ama arkadaslariniz o kadar kolay terketmez.
Benimki tam tersi; toplumdan nefret ediyorum. Etrafım cahil ordusu ile kuşatılmış gibiyim.
Yandık desene :))
Belki de çoktan öldük bizler kim bilir 🙂
Yalnızlar olarak whatsapp grubu açak böylece yalnızlık bitmiş olur
Vaktinden önce ölüm yok, akışına bırakın
Kendi içimizde yalnızız
Alın sokaktan bir tane kedi hatta yeriniz müsaitse köpek en güzel dostunuz olsun.
Bende yanlizim
36 yillik bir yalniz olarak yaziyorum hicbirsey olmaz.
Yalnızlık hakkında araştırma yapıyorlarmış, nesini araştırıyorsunuz bana veya benim gibi yüz milyonlarca insana sorun anlatalım. Yalnızlık içtiğin sigaranın cızırtısını duymaktır demiş Ahmet Kaya. Yalnızız. Yalnızlaşıyoruz. Kapitalizmden falan dem vurmayacağım ama evet bu yalnızlığın insanın kendisine yabancılaşması ve tüm bu tüketim toplumuyla çok ilgisi var! Bu konuyu araştırmak isteyenleri Marx’ın yabancılaşma teorisine, Mösyö Meursault’a falan yöneltiyorum. Özet geçeceğim, bu yazıyı okuyanları teorik tartışmalarda boğmak yerine (evet hissettiğimiz yalnızlığın bir teorisi de vardır BKNZ: Albert Camus) sadece hissettiklerimi yazmak istiyorum. Yalnızlığımızın en kötü yanı bu yalnızlığı içimizde yaşamak zorunda oluşumuz ve bunun bizi daha da yalnız bırakması. Obezite sigarayla karşılaştırmayı bilmem ama şunu biliyorum sürekli yalnızlık çeken insanlar kolay depresyona girer. Yıllardır dalgalı bir ruh halim var ama ağırlık olarak depresifim. Ama haliyle sürekli depresyonda kalamadığım için bilinçaltımın kendince bir savunma geliştirdiğini düşünüyorum. Kendime istemsizce hayali umutlar koyup kendi içimde umuyorum onları tabi hepsi boşa çıkıyor eninde sonunda ve sonra yine depresyona giriyorum. Ta ki yeni bir hayal uydurana kadar. Ve elbette bu kısır döngüyü de içimde yaşıyorum. Yani yalnızlığımı yaşayışımda bile yalnızım! ‘Yalnızlık’ derken ne mi kastediyorum. Kelime anlamından anlaşıldığı gibi konuşacak kimse bulamama, etrafında kimse olmaması falan değil mesele. Sürekli yalnızlık çeken kişilerin etrafı çoğunlukla kendilerini anlamayan kişilerce sarılıdır zaten. Ve işte bu bizi daha çok yalnız bırakan şeydir. Yalnızların hayatları çevresindekilere yaptıkları rolden ibarettir çoğunlukla. Eğer yeterince denerseniz ve anlaşılmanıza dair hiçbir sonuç alamadığınızı görürseniz bundan vazgeçersiniz. İşte kronik yalnızlık tam olarak bu anlaşılmaktan ümidi kesme ve kendini toplumdan soyutlama halidir. Kronik bir yalnız artık topluma kendini ifade etme yoluna bile gitmez çünkü ümidi tamamen tükenmiştir. Ne yaparsa yapsın bunun zaten olmayacağını bilir. Evet, ne yaparsa yapsın! Bu durumda geriye kalan rol yapmaktır; size ait olmayan düşüncelere onaylarmış gibi yapıp baş sallamak, size ait olmayan hayaller kurup(kurmuş gibi görünüp) bunların gerçekleşmesine sevinmek (sevinir gibi görünmek) falan filan… Bu nedir derseniz itaatten çok uğraşmamaktı. Bir bıkmışlık, yorgunluk ve tenezzül bile etmeme hali… Kronik bir yalnız yalnızlığından kurtulmaya bile çalışmaz hatta içten içe onu diğerlerine benzetip sıradanlaştıracağı için bundan korkar, çıkmak istemez. Bir de çevrenizdeki bir insan sık sık yalnız kalma isteğinden, hani şöyle bir dağ evine bilmem nereye gideyim diyorsa bilin ki o da bizdendir 🙂 Çünkü kulağa ilginç gelecek ama çevremizdeki gereksiz insanlardan uzaklaşıp gerçek anlamda yalnız kalmak yalnızlığımızı azaltır. Parçası olmadığınız, ait olmadığınız bir toplumun içinde yaşamak; duygu,düşüncelerinizin hiç bir şekilde kıyısından köşesinden geçmeyen insanların varlığı tarafından kuşatılmaktan, bu insanların ve bu insanların arasında FARKLI olduğunuzun her gün gözünüze gözünüze batmasından daha büyük ne hissettirebilir yalnızlığı? Neticede yalnızlık ölümcüldür demeyeceğim yalnızlık daha çok ölümü istemektir, beklemek ve dost edinmektir. Bir de bizim gibi yalnızlar içten içe sürekli kendilerine sorarlar: Neden? Toplum tarafından soyutlanmak/kendimizi soyutlamak zorunda kalmak (her ikisi de olabilir zaten ikisi birbiriyle bağlantılıdır) için ne yaptık? Hırsızlık,katillik,tecavüz gibi suçlar mı işledik? Hani bazen içimizden öyle bir çığlık kopar ki sessizce bize fısıldar, keşke böyle adi suçlardan birini işleyip yalnız kalsaydın en azından soyutlanmanın bir nedeni olurdu, bir suçun bedelini ödüyor olurdun. Kendine neden diye sorduğunda verecek bir cevabın olurdu. Hani Dava’daki Bay K. gibi yargılanmazdık! Bizler farklıyız. Şahsen ben kendimi bildim bileli okurum; siyaset, tarih, edebiyat konusunda az çok bilgim var aslında toplumumuza kıyasla çok bilgim var ama zaten çok okuyan birisi kendisini asla bilgili falan addedip göge çıkarmaz çünkü okudukça görürsün bilmediğin ne çok şey olduğunu ve aslında ne kadar cahil olduğunu. Ama kendimi toplumla kıyaslarsam mı? Kusura bakmayın ama bizler sokaktaki insanlara birkaç gömlek hatta bin gömlek büyük geliriz. Bunları kendimi övmek için yazmıyorum, niye yazayım kimliğim bile gizli zaten açık olsa çıkıp tek cümle bile etmezdim. Çünkü başta dediğim gibi, değmez. Sadece benim gibi hisseden insanlara bir ses olabilmek için yazıyorum. Hani onlar şu yazıyı okurlar da belki kendileri gibi en azından bir insan daha olduğunu bilip yalnızlıklarını bir nebze olsun azaltabilirler. Yaşama bir nebze olsun tutunabilirler. Soruyorum kendime bizler birikimli,aydın, çok okuyan kimseler olmamızın bedelini mi ödüyoruz? Nasıl bir bedeldir bu? Siz hiç cahil bir insanın bu tarz bir yalnızlık yaşadığını duydunuz mu? Hayır, çünkü toplum onların toplumudur. Çoğunluk onlardır. Bizler kalabalıklar arasında kaybolmuş, silinip gitmiş bir avuç bile olmayan kimseleriz. Yanlış anlaşılmasın bu cahillik durumunu Türk toplumuyla özdeşleştirmiyorum. İnsanlıkta böyle bir gidişat var. O aydın geçinen Avrupa’ya bakın onların hali bile farksız. Başta atladığım konuya geliyorum. Herkes tüketimle, alışverişle kafayı bozmuş. Hiçbir değer yok; şöyle oturup bir edebi eserin, bir tiyatro oyunu yada sinema filminin tadını çıkarmaya çalışmak, anlamak ve yorumlamak yok. En acısı bu saydıklarım bile tüketilecek birer meta olarak piyasaya sürülüyor günümüzde. Adam bir kitap yazıyor; birkaç ay çok satanlardan inmiyor, kapış kapış satılıyor ve sonra. Kitap bir köşeye atılıp unutuluyor, okuru değil tekrardan eline almak kitabın ismini bile hatırlamıyor. Çünkü kitabın hiçbir evrenselliği, edebi değeri yok. Dönemin ‘trend’ince satılmak için hızla yazılmış bir kitap. Dön sinema filmine aynı, neredeyse tiyatro oyununa bile öyle diyeceğim! Ne tür bir çağdır bu? Yalnızlaşmayalım da ne yapalım? Anlayacağınız bizler öyle yüce yalnızlığından inşa ettiği tahtının üzerinde mağrur bir edayla oturan romantik adamlar falan değiliz. Metrobüste yanınızda duran, durakta sigara yakan, sahilde içkisini yudumlayan sıradan biriyiz ve yalnızız, basbayağı yapayalnızız! Neyse bu yazı benim gibi hisseden bir kişiye bile bir anlam ifade ediyorsa ne mutlu bana! Saygılar.