Lara Croft ile ilk tanışmam 10 yaşında gerçekleşmişti. Macintosh, MS-DOS, PlayStation, Sega Saturn, Microsoft Windows, Windows Mobile, N-Gage gibi birçok farklı platform için (N-Gage sürümü oldukça sonra piyasaya sürülmüştü) piyasaya sürülen Tomb Raider, Lara Croft adlı İngiliz arkeolog ile bizleri tanıştırmıştı.

Tabii o dönem yaratılan Lara Croft’un en dikkat çekici özelliği oyunlarda ilk kez bir kadın karakteri yönetiyor oluşumuzun yanında Lara’nın devasa boyutta çizilen göğüsleriydi.

Birçok erkeğin yüreklerini hoplatmayı başaran Lara (hepinizin Lara’yı çömeltip yerlerde süründürdüğünü biliyoruz) güzelliğiyle olduğu kadar “atarlı” hali ve tavrıyla da bizleri etkilemeyi başarmıştı. 7’den 70’e bir fenomen haline gelen Lara Croft için Core Design firması iki oyun daha hazırladı.

Bu oyunlardan özellikle Tomb Raider 2 gerçekten muhteşem denilebilecek bir oyun olurken, Tomb Raider 3’ün de hakkını yememek gerekiyor. Sonuç olarak baktığımızda ikisi de harikulade oyunlardı diyebilirim rahatlıkla.

1998 yılında piyasaya sürülen Tomb Raider 3: Adventures of Lara Croft‘un ardından işi Call of Duty mantığına döken Core Design ve Eidos ikilisi, her yıl bir Tomb Raider oyununu piyasaya sürmeyi adet haline getirince işin suyu çıkmış ve Last Revelations yani Tomb Raider 4 ile başlayan serinin çöküşü, Crystal Dynamics’in Eidos ile anlaşıp seriyi ele geçirmesiyle de engellenememişti.

Tomb Raider artık eski tadı vermeyen ve daha doğrusu eski oyunların ekmeğini yemeye devam eden bir seri haline gelmişti. Lara Croft hayranları için bir efsane sona ermişti. Yıllar 2006’yı gösterirken Tomb Raider: Legends’ı piyasaya süren Crystal Dynamics’in oyunda bazı değişiklikler yapması gerektiği kesindi ama ne yapacakları konusunda hiçbir fikre sahip olmadıkları aşikardı.

{pagebreak::2}

Ardından Uncharted efsanesi başladı. Oyunu oynayan herkesin rahatlıkla söyleyebileceği gibi Uncharted birçok yönüyle Tomb Raider 1-2-3‘ten esinlenmişti ama oynanış açısından o kadar farklı bir deneyim sunuyordu ki, Tomb Raider serisi artık tarihin tozlu sayfalarındaki yerini almıştı bile.

Konuyu Uncharted’a neden getirdiğimi az sonra anlayacaksınız. Eğer oyunun Tomb Raider’dan esinlendiğini söylediğim için sinirleniyorsanız, gerçeklerle yüzleşmeniz gerekiyor diyebilirim ancak. Emin olun ki Naughty Dog firmasının çalışanları da büyük birer Tomb Raider ve Lara Croft hayranıdır zaten.

Uncharted’ın önlenemez yükselişi bir yandan Tomb Raider’ı batmış olduğu çukura iyice gömerken, bir yandan da yeniden doğuşuna ön ayak oluyormuş meğer. Neden mi böyle dedim? Tomb Raider: Reboot yani aslında düz adıyla Tomb Raider’ı oynadığınızda neden olduğunu hemen anlayacaksınız. Hatta bunun için oynamanıza dahi gerek yok, birkaç videoya göz atsanız yeterli olacaktır.

Oyun, oynanış açısından Uncharted‘a o kadar benziyor ki, bunca zaman Uncharted’a Tomb Raider ezgileri taşıyor diye soğuk bakan beni bile şaşırtmayı başardı. Gelin isterseniz bu konuyu şimdilik burada noktalayalım ve geçelim Tomb Raider’ın neden “muhteşem” bir geri dönüş yaptığına.

{pagebreak::3}

Tomb Raider’ı baştan yaratmaya karar veren Crystal Dynamics belki de yapımcılık kariyerinin en mantıklı kararlarından birini almış diyebilirim. Çünkü eskiyen oynanışı ve 8 oyun boyunca kendini tekrar edip duran (hatta bir kez ölüp, ardından “ehehe ölmemişti aslında ehiehiehi” denerek yeniden karşımıza çıkan) Tomb Raider, artık devamını merakla bekleyeceğiniz bir baş yapıta dönüşmüş.

Oyunun kontroller açısından olduğu kadar çatışmaları, bir anda bir tuşa basmanızı ya da tuşu kırarcasına abanmanızı gerektiren olayları ve birçok noktasıyla daha Uncharted’ın izlerini üzerinde taşıyor. Aslında buna kötü bir gözle bakmamak gerekiyor çünkü artık günümüzde TPS adlı oyun türünün tam olarak bu şekilde olması gerektiğinin bir kanıtı karşımızda duruyor. Önce Uncharted, ardından da Tomb Raider ile aksiyon ağırlıklı TPS oyunları artık altın çağını yaşıyor.

Serinin yeniden başladığını az önce söylemiştim. Karşımıza çıkan Lara Croft henüz 20’li yaşlarının başında, oldukça kırılgan ve nazik bir kadın izlenimi veriyor. Daha birinci saniyeden başlayan aksiyon ve üzerinde bulunduğu geminin parçalarına ayrılmasıyla suya gömülen Lara Croft’un macerası da tam bu noktada başlıyor.

Peki gemi ne iş? Neden gemideler? Hemen açıklayayım. Lara Croft, Sun Queen yani Güneş Kraliçesi adı verilen eski bir Japon mitinin izini sürmek üzere yola çıkan bir belgesel ekibiyle birlikte denizlere açılıyor. Ekibin başında bulunan Whitman adlı şahsiyet bir belgesel sunucusu ve arkeolog. Gerçi arkeolog olmaktan çok pis bir şovmen olduğu daha oyunun başında görülen video kayıtlarından anlaşılıyor.

{pagebreak::4}

Whitman ve ekibiyle birlikte harekete geçen Lara Croft, babasının yıllar önce yaptığı bir araştırmayı devam ettirmek istiyor. Fakat bunun için ellerinde yeterli veri yok ama Lara’nın ortaya attığı bir fikir, tüm ekibi bir anda ölümle burun buruna getiriyor. Sun Queen‘i bulmak için gitmeleri gereken yeri tahmin eden Lara, ekibi zorlaya zorlaya gemiyle birlikte bilinmeyene doğru yol alıyor.

Fakat bu yol fazla sürmüyor çünkü bir fırtına gemiyi vuruyor ve gemiyi batırarak tüm mürettebatı sulara gömüyor. Kendilerine geldiklerinde bir adaya düştüklerini farkeden ekip, Lara’yı bulamıyor ve biz de tam olarak oyuna burada dahil oluyoruz.

Düştükleri adanın da gerçekten hakkını vermek gerekiyor. Öyle bir ada ki, Far Cry’ın adaları bu adanın karşısında diz çöküp tövbe isteyebilir. Bunun neden olduğunu açıklamam için oyundan “Spoiler” vermem gerekiyor bu yüzden daha fazla senaryo üzerine gitmeyeceğim. Oynadığınızda adayı neden bu kadar gözümde büyüttüğümü de daha iyi anlayacaksınız ne de olsa.

Yaratılan Lara Croft karakteri o kadar kırılgan ve “kadınsı” olmasına rağmen, hayatta kalmak için birçok şey ve sayısız fedakarlık yapmak zorunda olduğunu anlaması uzun sürmüyor. Oyunun gidişatı boyunca Lara Croft‘un geçirdiği evrime tanıklık etmek, geyik gördüğünde ürken Lara’yı oyunun sonlarına doğru “Run bitcheeeeees” nidalarıyla düşmanların üzerine koşar halde görmek gerçekten etkileyici. Zaten oyunun en çok güvendiği nokta da burası aslında. “A Survivor is Born” cümlesiyle tanıtılan oyun, ciddi anlamda bir “hayatta kalan” ın nasıl doğduğuna tanıklık etmemize sebep oluyor.

{pagebreak::5}

Peki bu “hayatta kalan” nasıl doğuyor? Öncelikle eline bir ok-yay kombinasyonu geçiriyor ve hayatta kalması için yemek yemesi gerektiğini bildiğinden, adada bulunan hayvanları avlamaya başlıyor. Lara‘nın bu hayvan katli sırasında ne kadar kırılgan olduğunu da, ilk geyiğimizi vurduktan hemen sonra geyikten özür dilemesinden anlayabiliyoruz.

Ardından başına gelen olaylar, yaralanmalar ve bitmeyen aksiyonun neticesinde Lara Croft adını hakeden bir karaktere dönüşüveriyor. Bunu tabii ki yalnızca ok ve yay kullanarak yapmıyor. Konuyu çaktırmadan silahlara bağladığımı farkedenlere on puan veriyorum ve hızlıca oyunda yer alan silahlara ve işlevlerine göz atmayı teklif ediyorum.

Oyunda ok ve yayın dışında bir adet tabanca, bir makineli tüfek ve bir de pompalı tüfek bulunuyor. Bu silahları oyunda ilerledikçe karşınıza çıkan düşmanlardan ya da oyunun sizlere izlettiği videolar sırasında buluyorsunuz ve her silahın birbirinden farklı birçok yükseltme seçeneği olduğunu farkediyorsunuz.

Oyunda bir “experience” yani deneyim puanı sistemi bulunuyor ve bu puanları öldürdüğünüz düşmanlar, yağmaladığınız mezarlar ya da sağdan soldan topladığınız eşyalar ve gizemli objeler sayesinde elde ediyorsunuz. Kazandığınız deneyim puanları sizlere seviye atlatıyor ve bu sayede Lara’nın yeni yeteneklere erişmesi mümkün oluyor.

Aynı zamanda sağda solda kutulardan topladığınız “Salvage” adlı eşyalar sayesinde de silahlarınızın yükseltmelerini yapabiliyorsunuz. Silahların yükseltmeleri hem oynanışa etki ediyor hem de Lara’nın üzerinde taşıdığı silahların görüntülerinin de değişmesine yol açıyor. Ayrıca silahların bazı parçalarını oyunda bulunan kutuların içerisinde bularak üç seviyeli silah seçeneklerine erişebiliyorsunuz.

Yani konuyu toparlamamız gerekirse, silahlar için hem Salvage’a hem de silahların kendi parçalarına ihtiyacınız var. Bulmak başta zor gibi gelebilir ama endişe etmenize gerek yok, sağda solda mutlaka karşınıza çıkıyor. Fakat siz siz olun gördüğünüz her kutuya uygun adım ilerleyin. İçinden neler çıkacağını tahmin bile edemezsiniz.

Bu yükseltmeleri ve yeni yetenekleri ise “Camp Fire” yani kamp ateşlerinde yapabiliyorsunuz. Oyunda ilerledikçe karşınıza sayısız olarak çıkıyorlar. Sayısız dediğime bakmayın toplamda 10-12 tane kamp ateşi falan vardır ama yine de her lazım olduğunda karşınıza çıkacağını rahatlıkla söyleyebilirim.

{pagebreak::6}

Silahları bir kenara koyarsak, oyunun nasıl oynandığı ve neler yapabildiğimiz konularına girmek pek istemediğimi belirtmeliyim. Çünkü burada anlatacaklarım oyun zevkinizi bir hayli azaltacaktır. Neden mi? Hemen söyleyeyim, Tomb Raider zaten tam olarak keşfetme ve hayatta kalma üzerine kurulmuş durumda. Hal böyle olunca oyunun ilk saniyesinden son saniyesine kadar bir merak duygusu, daha fazla ne yapabileceğiniz düşüncesi hakim ve oyunun en güçlü yanlarından birini de bu oluşturuyor.

Yine de birkaç detay vermem gerekiyor tabii. Öncelikle mezarlar konusuna girelim. Sağda solda gezerken bir anda çanlarına çalmaya başladığını ve ekranın sağ tarafında kocaman bir “BURADA MEZAR VAR BEYLER” yazısını farkedeceksiniz. İşte bu noktada seçim size kalmış durumda. Ya hikayeyi sürdürebilir ya da yakında bulunan mezara girerek Lara Croft‘luk yapabilirsiniz.

Mezarlara girdiğinizde her birinin birbirinden farklı tasarımlara sahip mağaralar olduğunu göreceksiniz. Bu mağaralarda bazı bulmacalar sizleri bekliyor. Zaten oyunda da birçok bulmaca sizi bekliyor ama bu bulmacaların eski Tomb Raider‘lara oranla oldukça basit olduğunu söylemem gerek. Geneli oradan buraya atlayıp bir kolu çekerek duvarları parçalamak gibi mantıklara sahip olduğundan pek zorlanmayacağınıza eminim. Yani azıcık zeka sahibiyseniz bu bulmacalar size çocuk oyuncağı gibi gelecektir.

Zaten sıkıştığınız bir yerde klavyenizdeki Q tuşuna basarak (evet bu inceleme oyunun PC sürümü için yapılıyor) Hitman: Absolution‘da ve Assassins Creed serisinde gördüğümüz Eagle Eye gibi bir görüntü elde edebiliyorsunuz. Bu görüntüde tutunabileceğiniz yerler, gitmeniz gereken yer ve etkileşime girebileceğiniz tüm objeler karşınıza altın sarısı renkte çıkıyor. Düşmanlarınız da kırmızı. Mavi olanlar ise arkadaşlarınız oluyor ama onlarla pek sık bir araya gelemediğinizden sarı ve kırmızı sizler için en önemli renkler olacak.

Sonuç olarak mezarlara girmek sizin seçeneğinize kalıyor. Aslına bakarsanız ben oyunu oynarken ilk üç mezar dışında hiçbir mezara uğramadım. Çünkü oyun bittiğinde devam edebiliyor ve ada üzerinde turlayarak mezarları araştırmaya devam edebiliyorsunuz. Eğer oyunu %100 olarak bitirmek istiyorsanız bu mezarlara girmeli ve sağda solda bulunan tüm gizli objeleri toplamalısınız. Şimdiden kolay gelsin diyeyim.

{pagebreak::7}

Son olarak oyunun teknik özelliklerine de değinelim. Crystal Dynamics oyunun grafikleri konusunda eli oldukça açık davranmış. Oyunun PC sürümünün grafikleri PlayStation 3 ve Xbox 360 sürümlerinden açık ara iyi görünüyor. Özellikle TressFX adlı yeni saç efekti sayesinde Lara Croft’un her saç telinin ayrı ayrı fizik kuralları dahilinde hareket ettiğini görebiliyoruz. “No more bad hair” demişlerdi, haklılarmış.

Saçların her telinin gölgesinin de bulunması ve bunun görselliğe kattıkları ise muazzam olarak nitelendirilmeli. Bu özelliği aktif hale getirebilmek için DX11 destekli bir ekran kartına, efekti tam anlamıyla kullanabilmek için ise yine DX11 destekli bir ATI ekran kartına ihtiyacınız olduğunu belirteyim.

Saçların haricinde hem çevre hem de karakter tasarımları da oldukça başarılı. Bölüm tasarımlarını (gerçi oyunda bölüm diye bir şey yok, yükleme olmadan sürekli olarak oyuna devam ediyorsunuz) kim ya da kimler yaptıysa ellerine sağlık diyor, 10 puanı çakıveriyorum.

Bölüm tasarımları bu kadar başarılı olunca oyunun atmosferi de bir hayli yukarılara tırmanıyor aslına bakarsanız. Bir de seslendirme, ses efektleri ve müzikler işin içine girince tadından yenmeyecek bir yapım karşımıza çıkıyor. Müzikler konusunda seslendirme ve ses efektleri kadar başarılı diyemeyeceğim ama yine de idare ettiklerini söyleyebilirim.

Oyunun en kötü yanlarından biri müzikleri ama bunu yanlış anlamayın, müzikler kötü değil. Sadece çok daha etkileyici olabilirlermiş diye düşünüyorum. Zaten oyunun Soundtrack albümünü bir şekile bulup dinlemeye başlarsanız, müziklerin yalnızca oyunu oynarken dinlenebilecek düzeyde olduğunu anlarsınız.

Fakat seslendirmeler o kadar başarılı ki, özellikle Lara Croft‘un, diyecek söz bulmak dahi çok zor. Lara Croft’u seslendiren Camilla Luddington harika bir iş çıkarmış. Aslında seslerin genel anlamda fazla seksi olduğunu da söylemeliyim.

Oyuna sürekli bir erotiklik havası hakim dersem abartmış olmam. İşin şakası bir yana gerçekten Lara’nın yara aldığında, canı yandığında ya da yüksek bir yerden düştüğünde çıkardığı sesler ciddi anlamda içinizin gitmesine sebep oluyor. Sanki Lara eşiniz, sevgiliniz, ablanız, kardeşiniz ya da çok sevdiğiniz bir arkadaşınızmış da canının yanması sizin de canınızı yakıyormuş hissine kapılıyorsunuz. Ya da bilmiyorum ben kendimi Lara Croft’a fazlasıyla kaptırmış olabilirim.

{pagebreak::8}

Sekizinci sayfaya girdik. Artık yavaş yavaş konuyu toparlamak istiyorum. Toparlamadan önce de Crystal Dynamics ile Square Enix’in elini de bir kez daha sıkmak istiyorum. Yıllardan beri Tomb Raider’ın üzerine bulunan laneti yok etmeyi başarmak kolay iş değildi. Özellikle de herkes Tomb Raider denildiğinde kusmaya başlıyorken.

#video_2080#

Hem göze aldıkları hem de başardıkları şeylerin büyüklüğü sebebiyle firmayı tebrik ediyorum. Square Enix son dönemlerde Hitman: Absolution ile Hitman serisine sonsuz bir saygısızlık yapmasına rağmen, Tomb Raider serisine saygı duruşunda bulunmasıyla gönlümdeki yerini tekrar kazandı diyebilirim. Bir de düzgün bir Final Fantasy oyunu yaparlarsa tutmayın beni, öpeceğim.

Tomb Raider başından sonuna merak ve heyecan duygusuyla oynayacağınız, İngiliz Arkeolog kızımız Lara Croft ile özdeşleşeceğiniz (biraz gay bir yaklaşım oldu erkekler için ama ne demek istediğimi anladınız bence) ve bir “hayatta kalanın” doğmasına ön ayak olacağınız harika bir oyun. 2013 yılının Mart ayı oyuncular için oyun yağmuru ile geçecekken, kesinlikle hiç düşünülmeden oynanması gereken ilk oyun da Tomb Raider olmayı başardı.

Bundan bir hafta önce yabancı yayın organlarında yapılan incelemelerde oyunun ortalama olarak 10 üzerinden 9 ve üstü puanları toplamasının sebebini de oyunu bitirdiğim anda anlamış oldum diyebilirim. Bıraksanız oyun hakkında kitap bile yazabilirim. Editör’ün seçimi damgamız olsa bu oyunun alnının ortasına basmıştım şimdiye diyeyim, siz de oyunu ne kadar çok beğendiğimi anlayın.

Ben en iyisi incelemeyi burada noktalayayım ve oyuna dizdiğim övgülerin gerçekten hak edilip edilmediğine siz oynayarak karar verin. Kalıbımı basarım ki çok az kişi bu oyuna “beğenmedim” ya da “olmamış” diyecektir ki bildiğiniz gibi “Haters gonna hate” kavramı günümüzde oldukça yaygın.

Teşekkürler Crystal Dynamics ve teşekkürler Square Enix. Ne iyi etmişsiniz de bir efsaneyi yeniden doğurmuşsunuz. Tomb Raider artık benim için devamı en çok beklenen oyunlar sıralamasında ilk üçe girmiş bir “yeni oyun”.

İyi oyunlar diliyorum ve kalın sağlıcakla diyorum. Lara‘yı fazla bekletmeyin. Kızı da çok üzmeyin. Canını yakarsanız karşınızda beni bulursunuz.

Grafik: 10
Ses: 9
Oynanış: 9
GENEL: 9.5

Artılar: Uzun oynanış süresi. Tomb Raider’ın adı yeter, Lara Croft harika bir karakter olmuş, oyunun başı ile sonunun birbirine hiç benzemiyor oluşu etkileyici ve sürükleyici, seslendirmeler çok iyi, grafikler göz alıcı, konsoldan port edilmiş basit bir konsol oyunu değil.

Eksiler: Müzikler “idare eder seviyede” (böyle eksi mi olur yahu), Multiplayer modları biraz yavan ama geliştirilebilir, TressFX efekti sistemi çok yoruyor.

:: Tomb Raider incelememizi nasıl buldunuz?